Bunda da Vardır Bir Hayır!

Çağdaş Psikolojik Danışma Yaklaşımında aslolan unsur, bireyin sorunlarını çözebilme yetisini kazanabilmesi, ruh sağlığını koruyabilmesi ve sorunlarıyla etkin mücadele edebilecek gücü kazanmasında bireye destek verilmesidir.

Basit bir mantıkla şöyle düşünelim; Karnınız ağrıdığında sırasıyla, az sonra geçer, bi soda içeyim iyi gelir, mide yatıştırıcı bir ilaç, doktora gidip tedavi,gerekirse cerrahi tedavi….bu sıralama genelde aşama aşama yerine getirilir hepimiz tarafından..

Psikolojik sorunlarda; stres,depresyon,ve eşlik eden duygu durum ve davranışlarda benzer olarak sırasıyla; amaan geçer yarına…, etrafımızdakilerle paylaşma, bir yakınımıza bizi anlayan bir arkadaşa danışma, sorunu çözebileceğine inandığımız bir bilene… şeklinde bir bir sıralama vardır.En son olmadı bir uzmana, psikolojik danışman, psikiyatr…vs. Olması gereken belkide budur ama istisnai olarak kimseyle paylaşmayıp içine atanlar,sorunlarını sürdürmeyi seçip bunlardan da beslenen, bu sorunları kendi yazgılarına karşı inançlarına temel edip “acıların çocuğu” oyununu oynamak isteyenlerde vardır.

Batı kültür, inaç ve değerlerinde ve bunların paralelinde geliştirdikleri kuramlarda, bireyin sorunlarını bir an önce çözmesi, bunlarla etkin olarak savaşabilecek kişisel yetiyi kazanmaları önemlidir ve önemle vurgulanır. Psikoloji kuramcılarının yarıdan fazlası yahudi kökenli olduğu için, onlar tarafından daha da önemsenir. Çünkü onlarda kadim inaç insanın, cenneti dünyada yaşaması, dünyada mutlak mutluluğa ulaşması inancı vardır.(Ayrı bir yazımda eleştirilerimi yazacağım).

Gelelim bizdeki mekanizmaya….

Geleneksel olarak bize aktarılagelen öğretiler var. Bunların çoğu da inanç temelli..Başımıza gelen sorunlarda önce

“hayırdır inşallah? Dur bakalım acele etme, Bunda vardır bir hayır,

“hayır bildiğinde şer, şer bildiğinde hayır olabilir’ayet’,
-”Allah seni imtihan ediyor”,
-”Allah derdi sevdiği kuluna verirmiş,”
-”Dünyanın derdi bitmez, bu bu yarın başka dertler,”
“Aldırma gönül aldırma, dertler çeke çeke biter…Çoğaltabiliriz.”

 

Dertlerle yaşamayı kabullenmek, kaderimiz olduğuna inanmak, normalleştirmek… ortaya çıkan durum genelde bu!

Kötümü?? Aslında sorunu çözebiliyorsan, çözebileceksen kötü tabiki…Çoğu sorunlar bunlardan dolayı çözümsüzlüğe itilmiş, kemikleşmiş hale gelmiş. Fakat benim burada vurgulamak istediğim esas konu, çoğu insanda mekanizmanın ters işlemesi ve işe de yaraması..

Özellikle yaşanan kötü deneyim ve tecrübelerde, hayal kırıklıklarında, kayıplarda, reddedilmelerde hayra yorma mekanizması çok hızlı devreye giriyor. Çevre de bunu hep destekliyor.

“iş başvurusunda reddedildik, önce üzüldük ama ardından bunda da vardır bir hayır(B.V.B.H) dedik, bir rahatlama!!”

“Kız arkadaşımızla yada eşimizle ilişkiyi sürdüremedik, ayrıldık, aldatıldık, yada en başta reddedildik! B.V.B.H , yol yakınken olması ne iyi ya ilerde başımıza gelseydi….falan filan, Rahatlama!!”

“Kaza yaptık arabamız elden gitti, evimiz yandı vs, cana gelmedi şükür, B.V.B.H.”

“okulu uzattık…B.V.B.H.”

“Hırsıza cüzdanı, eşyaları kaptırdık, B.V.B.H…”

“Bir yakınımızı kaybettik, “canı veren Allah, alan Allah” rahatlama!

“Parasız ve işsiz kaldık B.V.B.H, Allah para verip şaşırtacağına, azıcık aşım dertsiz başım diyor rahatlıyoruz”

“Hastalık, sağlık proplemleri çekiyoruz, B.V.B.H, Allah daha kötüsünden sakınsız diyor rahatlıyoruz”

Tüm bu saydığım örnekler eğer batıda yaşansa, filmlerde olduğu gibi kişi kendini bara atar,kendini alkole vurur..Yolunu kaybeder , yoğun depresyona girer. Oysa bizler için hiç bir sorun şaşırtıcı gelmez birilerine anlattığınız zaman. ” Ya hu! canını sıktığın da bu mu, geçeeerrr, hallolur, SABIIIIRRR!!” derler.Hemen kendinin ya da bir yakınının benzer yada daha ağır bir problemini anlatmaya başlarlar ve size
; sizi anladığını, sizin derdinizden de büyük dertlerle boğuştuğu mesajını vermeye çalışırlar!! Oysa siz onun dertlerini dinlemek değil, kendi derdinizin dinlenmesini istersiniz o an..nafile!! Eğer problemin yoksa ve mutluysanız bu insanlara söylediğinizde garip gelir insanlara.

Erkekleri askerlik adam eder, orada burnu sürtülür, orada olgunlaşır inancı vardır. Neden ? Ne kadar dertlerle boğuşmuş birisi isen o kadar mutebersin!! Dertli kişiyi kendine daha yakın görür insanlarımız, çabuk özdeşim kurarız onlarla.

Televizyonlarda sabah programlarının garnitürü niteliğinde meler gibi uzun hava okuyanlar vardır, çok tanıdık gelir hepimize. Adam-kadın yere oturur başlar uzun havaya, dakika geçmeden kameralar zum yapar bir sürü ağlayana.. Ağlayan neye ağlar bilinmez, soranda olmaz,oda onun derdi, gurbete mi, kayıplarına mı… Ama her uzun havanın da devamı hareketli bir oyun havası olur genellikle; “Hacel obasıınııııı engin mi sandın…” Ağlayan kişi göz yaşını silip, mendilini çıkarıp anında oynamaya başlar..
Sanırım dertlerimizi tasalarımızı her zaman soğutucuda, her an kullanılmak üzere hazır bekletiliyoruz. Kabuğu kurumamış yara gibi. Çok kısa sürede kullanıma açıp, hüzünlenebiliriz, ağlayabiliriz, Oflamaya başlayabiliriz. Acılı bir müzik, dertli bir insan,bir film vs. yeter de artar bile üzülüp ağlayabilmek için. Acılı, dertli olmak sanırım bizde olağan ve normal bir durum, belkide avantaj çoğu ortamlarda. Acıları bitirmek için çaba sarf etmektense sürdürüp avantajını kullanmak daha ekonomik :-)
Her zaman herkesle paylaşabilecek iletişime geçebilecek ortak paydalarınız var. Kötümü?

Batı öğretilerinin aksine, dünyada mutlak mutluluğa ulaşabileceği inancı, problemleri ile mücadele etmesi ve onları çözmesi gerektiği inancı bize ters galiba. Çünkü biz dertlerin bu dünyada biteceğine inanmıyoruz, hele hele yaşadığımız coğrafyada, ülkede ne politikacılara, ne kurumlara ne de insanımıza güvenimiz varken dertlerin hep süreceği inancı oldukça güçlü insanımızda.
Sorunlarını kabullenmişlik belkide en büyük engel çözümün önünde.. Böyle gelmiş böyle gider diyerek bir tür aktarılagelmiş öğretilerin sonucu “öğrenilmiş çaresizlik” yaşanmakta çoğu kişide.
-Ne yaparsam yapayım bu hep böyle devam edecek!! Acıların Çocuğu!!!!

Yani kafayı çizmeye, depresyona girmeye, öfkelenip sağa sola isyankar saldırılar düzenlemeye pek gerek yok anlayacağınız!! BUNDA DA VARDIR BİR HAYIR diyerek yola devam edeceksiniz o kadar.
Sorunlar ne mi olacak??? Dursun duracağı yerde kim bitirmiş ki sorunları, siz bitiresiniz? :-) )

Dr.Mustafa USLU
Psikolojik Danışman


2 Responses

  1. aygül

    aynen öyle sorunları kim çözmüş ki, biz tam olarak çözelim ;) Burada yaşayan insanlar en güzelini yapmış sorunlarla yaşamayı öğrenmişler kendince.
    mesela ölüm korkusu.. ne dersiniz ölüm korkusu olan biri bunu nasıl aşacak?
    ya da kişinin başına gelen bir takım kazalar.. bunlarla nasıl baş edecek?
    korkular,kazalar,sağlık problemleri, vs. insan, hayat yolculuğundaki engellerle yaşamayı işte,en güzel böyle öğrenebilirdi.

  2. bengisu-beria

    vakitler gelir ki yanıbaşımıza, içimizdeki mücadele hissi tükenir ve ne olacaksa olsun der içimizden gelen coşkun ırmağın sesini sustururuz.. ağzımızı açacak halimizin kalmadığına şahitlik ederiz.. karşımızda da konuşmaktan başka her şeye benzeyen konuşmalar, sesler yığılır durur. biz de dinleriz.. işte bu anlar kadere teslimiyetçi zihniyetle baktığımız anlardan başkası değildir.

    yaşadığımı zan eylediğim seneler içinde mücadeleden kaçmanın ve olur olmadık her şeyde bir hayır aramanın korkaklığım ve cahilliğim olduğunu, yaşadığım hayatı birilerinin elinde harcamak olduğunu, olmakta olanın sorumluluğundan kaçmak olduğunu, yaşamımı ve içindekileri sesleri ve renkleri hayatımdan çekerek tekdüze hale getirmek olduğunu, azala azala yaşadığımı ağır bedeller ödeyerek öğrendim …

    Hayatınızın dışında kalmak fikri size ürkütücü geliyorsa, yarın nasıl bir sabaha uyanacağınızın tedirginliğini yaşıyorsanız, geceleri sabaha kavuşturamıyorsanız bir türlü, yatağına küsmüşse nehriniz bir an evvel hayatınıza girin ve kontrolü ele geçirin mücadelenize seve seve müdahalenize başlayın..

Canım Annem, Benim Her Şeyim! Ya Baba?! Ne Babası?

babanin-koruyucu-kanatlari-altinda-hissetmek-2 Az önce bir arkadaşımın iletisini okudum,” Annem Benim Herşeyim Diyenler ♥ ♥ ♥ Bakalim Kaç Kişi Beğenicek ..”

Bunu izleyince annemi çok sevdiğimi, onun benim için ne anlam ifade ettiğini tekrardan düşündüm.Annem için canım feda…….

Ya BABA? Babam benim her şeyim diyebiliyor musunuz? Diyebiliyorsanız niye daha sesli dile getirmiyorsunuz? Anneyi yüceltmek için babanın üzerine basmak mı gerekiyor illaki?

Baba neden anne kadar sevilmez yada ananın yerini tutmaz? Bunun üzerine düşüncelerimi yazmak istedim.

Babalara haksızlık yapıldığını düşünüyorum, bir baba olarak ve babasını tanımış birisi olarak. Her sabah erkenden kalkıp, tarlasına, sanayideki iş yerine, çalıştığı fabrikaya, karda kışta çöp arabasına, binaların inşaatına vs.. yalan yanlış bir kahvaltısı bile hazırlanmadan gidip gün boyunca çalışıp, yıllarca emeği ile kazandığını ailesi ile paylaşan, hiç bir karşılık gözetmeden çocuklarına harcayan baba ne oluyor da ananın yanda esamesi bile okunmuyor?

Bizim kültürümüzde, aile yapımızda baba otoriteyi temsil eder, fakat analar bunu sadece çocuğun cezalandırılması konusunda kabul eder, yoksa babanın otoritesi anaya pek sökmez. Amerikan polisiye filmlerinde ki iyi polis kötü polis gibi babaya kötü polislik rolü biçilir.
” Baban çok kızar”
“bu yaptığını baban duymasın seni öldürür.”
“babası şuna bir kızarmsın..!!!”

Evet babaya biçilen rol; kötü, cezalandırıcı, affetmeyen tutarlı cezalandırıcı, otoriter kişilik!!! Ya anne? hep sevecek kızsa da kolayca affedecek, babaya şikayet edip sonara da yine kucaklayıp teselli edecek şefkatli kişi.

Bence bu haksızlık. Eğer çocuk hatalıysa ve ceza verilecekse, kızılacaksa bunu anneler, babaya havale etmeden kendileri yapmalı. Sevgi anneden dayak, ceza, ciddiyet babadan?!!! Sonrasında da canım annem oluyor. Evet annemiz canımız ama babalarda canımızın diğer yarısı. Çoğumuzun annesi dışarıda çalışmanın zorluğunu bilmez ve de anlayamaz bile, çocuğun her ne sebeple olursa olsun maddi isteklerini babadan daha makul karşılar ve verir. Ya babalar, bir çok şeyi, krizi, hastalık ve sağlığı düşünmek zorunda, kirayı, mutfak giderini ıvır zıvırı her şeyi… Daha cimridir baba bu yüzden. Daha gaddar davranır ve ihtiyaçlarımızı annelerimize göre daha geç ve zor anlarlar.

Anneler nasıl davranmalı?
Öncelikle çocuğun gözünde olumlu bir baba imajı oluşturmalı. Çocukların yanında babayı olumlu tanıtmalı, onu aşağılamamalı. Annenin saygı duymadığı babaya çocukların saygı duymasını bekleyemeyiz. Çocukların hatalarında babaya havale etme huyundan vaz geçmeli, baban kızar demektense, yaptığı davranışın kendisi tarafından da tasvip edilmediğini doğrudan göstermeli, gerekirse kendisi kızmalı.

Babalar nasıl davranmalı?

Annelerin ve kültürümüzün kurduğu bu tuzağa düşmemeli, her ota-tuta kızmaktansa anneleri gözlemleyip daha affedici olabilmeli. Çocuğu için her cefaya katlanırken meyvesini de toplayabilmeli yaptıklarının. Bu da, daha sakin ve anlayışlı, onlar ile daha fazla zaman geçiren, konuşabilen ve konuştuklarında eleştirip kırmak yerine daha toleranslı olabilmeyi gerektirmektedir.Neden en son babalar duyar? Bundan dolayı. En nihayetinde annenin dediği olacaksa ve kuyruğu indireceksen(ki kaçınılmaz son) tepki vermeden sağlıklı olarak yeniden düşünmek gerekir. Anne adına çocuklara kızmaktan da kaçınmalı.

Öğrencilerime bazen soruyorum, “kaçınızın annesi, eğer işi, gücü, maddi durumu vs yerinde olsaydı, babalarınıza bunca sene katlanırdı? ” büyük çoğunluğu doğrudan hocam benim annemi tarif ediyorsunuz, kesinlikle katlanmazdı ve o da bize böyle söylüyor, diyorlar. Anneler mazlum rolünü oynayarak çocuğu babaya karşı alttan alttan kışkırmakta ortaya böyle bir durum çıkmakta.

Ninnilerde, türkülerde, deyişlerde örneklere bakalım;

“Analar çeker yükü, kimsenin bilesi yok, gelin çiçek derelim, yollarına serelim, sevgi dolu türkülerle annemize verelim,” Babaya ???
“Anam anam garip anam ben derdimi kime yanam”(baba dertten anlamaz mesajı!)
“Annesinin bir tanesini hor görmesinler” ( babası sevmiyor mu?)
“Ana gibi yar olmaz, bağdat gibi diyar olmaz”
“Annem annem, ben ne ….gördüm..”
“Anne duy sesimi, yalvarıyorum.” ÇOOOKKKK.

Analar çook daha fazlasını hak ediyor şüphesiz, Yaradan “cenneti onların ayaklarına sermiş” bir bildiği var, fakat yaradan babayı da boş ver dememiş ki!! babanında evlat üzerinde haklarını sıralamış….

Son sözüm anamızı hep yüceltip sevelim fakat babaları da unutmayalım, ağzına sağlık Sayın F.Kısaparmak..bildiğim babaya yazılmış tek güzel türkü..

“Bu adam benim babam….”

Sevgiyle kalın, her ikisinin yerini ve değerini bilin ve onlarada bunu hem söyleyin hem de hissettirin…

Yrd. Doç Dr. Mustafa Uslu


önceki web sayfasından aktarılan yorumlar

7 Responses

  1. aytül

    Mustafa hocam, bir anne olarak yazınızı çok beğendim. Gülümsedim çünki bir baba eğer bu sevgi ölçütünden rahatsız oluyorsa ve en büyük sevgi toplumda anne sevgisi olarak biliniyosa sanırım siz anne gibi seven babasınız. Sağlık ve mutlulukla birarada olun inşallah.

  2. Good site! I actually love how it is easy on my eyes as well as the details are well composed. I am wondering how I might be notified whenever a new post was been made. I have subscribed to your rss feed which really should do the trick! Have a good day!

  3. bir vatandaş

    Neden bu yazınızı okudum diğerleri içinde bunu düşündüm.Dünyaya ilk geldiğim an annem şoka girmiş, kız oldum diye,İki kızın üstüne, istememiş.Ortaokulu bitirinceye kadar, hergün bir şekilde annemden dayak yediğimi hatırlarım.Bir de ‘fazladansın’ deyişini.Yıllarca ve yıllarca
    kendimi dünyada fazla hissedişim bundandır muhtemelen.Ne bir kez annem başımı okşadı, ne bir kez yanağımdan öptü, böyle anılarım yok çocukluğuma dair. Ama babamı hatırlayınca,içimi müthiş bir şefkat doldurur.Hastalanınca sabaha kadar babam bekledi başımda, tırnaklarımı o kesti, dertlerimi o dinledi.Uyanınca onun yanına koştum.Bir gün ansızın 19 yaşımda kaybediverdim.Ölümünü kabullenmem 17 yılımı, annemi affetmem 45 yılımı aldı.Son beş yıldır kendi hayatımı yaşadığım düşünülürse, anne babaya atfettiklerimiz bir ömür. Ne garip, annemin ilgisizliğinden şikayet ettim, yıllarca, şimdi kendi çocuklarım ilgisizliğimden şikayetçi, anne baba olmakta ne zormuş meğer…Annem kadar anne olamadığıma üzülüyorum bazen, en azından o anneliğini sorgulamıyor ve mutlu. Babaya gelince o kelimenin bile söylenişi farklı.26 yıl boyunca kayınpederime bile BABA çıkamadı ağzımdan..Baba demek bile başka.30 sene oldu babamı kaybedeli. Hala özlerim, hala hatırladıkça gözlerim dolar, hala baba elinden tutmuş bir çocuk manzarası güzeldir. Evet ben bir adam tanıdım ve bir adam sevdim, babamdı..
    sevgili hocam, niye böyle bir yorum çıktı ,nereden buldum bilmiyorum.Beni gayet iyi tanıyorsunuz ,bir siz değil, çevrenizdeki onlarca kişi de, çekindiğimden değil isim yazmayışım, sadece baba deyince…..ismimin bir önemi yokta ondan..

  4. Çok teşekkür ederim (Hocam?) duygularınızı paylaştığınız için…Kimsesizler yurdunda büyümüş bir arkadaşım aklıma geldi bir an, “Keşke tanısaydım, şevkatlerini hissetseydim varsın her gün dövselerdi ” demişti… artık sıra bizde ve arena bizim. Çocuklarımız yıllar sonra nasıl yaad edecek bende merak ediyorum…Umarım Kendimizi de affederiz bir gün

  5. Çok beğendik.. Oldukça güzel ve özenli..

  6. babalı babasız

    malesef ben bu yazılanlara katılamıycam babam annemin 2. eşiydi bizde 2 eşin çocukları babam hep ilk çocuklarını bizden çok sevdi neden?onların anneleri ölmüş diye küçükken çok ağladığımı bilirim keşke benim annem ölseydi diye….neden çünkü annesi ölenler sevilir..babam bize hep öfkeliydi anneme hep eziyet etti dövdü onu aldattı ve annem hepsinden haberdardı tabiki bizde..ama asla bişey diyemezsin çünkü o zengin ve güçlüydü..babamı kaybettim hiç üzülmedim..arkasından annemi kaybettim dünyam yıkıldı mahvoldum hayatım anlamı gitti yapayalnız kaldım…şimdi yazdıklarınızı okuduğumda bu yazıyı ancak iyi bir babanın evladı ve iyi bir baba yazar diye düşünüyorum.peki benim yaşadıklarımı yaşayanlar ne olucak beni annemmi öğretmiş olucak..aslında ben iyi tarafından bakmamışmıyım olaylara ……

  7. Yorumunuz…canım babam gölgesi yeter derler ya işte öyle…ama anne başka ,bambaşka benim için. belkide yokluğu da varlığı da onunla yaşadığım içindir..babam gurbette çalıştı hep bizimle yeterince ilgilenemedi.:( ama geldiği kısa sürelerde de bize sevgisini gösterirdi…o kısa süreli sevgi ilgi bana yetmedi…
    şimdi eşimin çocuklarıma olan ilgisi beni çok mutlu ediyor…kızıma kızıyorsam ben kızarım asla baban kızar demiyorum.ayrıca bir baba kızarsa gerçekten büyük bir sorun olmalı diye düşünüyorum…
    yazınızı çok beğendim hocam..anne yüreğinizi okşar, baba güvenli bir limandır…biri birinden üstün olamaz ancak mutluluğu tamamlayıcı olurlar.

Sevmek ve İfade Edebilmek

Sizlerle başımdan geçen iki olayı paylaşmak istiyorum;

ilki 1994 senesi, üniversite yılları, sayın Hasan Yılmaz hocamın psikoterapi ile ilgili bir dersinde geçen bir cümlesi beni çok etkilemişti.

“Sevdiklerinize sevginizi söylemekte geç kalmayınız, varsın onlar bunu biliyor da olsa siz yine de onlara, onları ne kadar sevdiğinizi söyleyin…”

Çok sevdiğimiz!! Nobel ödüllü yazarımız bir kitabında şöyle demişti hatırlarsınız, “bir gün bir kitap okudum, hayatım değişti..” İşte benim ki de aynı hesap bu sözü duydum, doğrudan babam aklıma geldi. Babamı çok seviyorum fakat bu zamana kadar bunu ona ne söyledim ne de gösterebildim. Ona bir şekilde durumu açmalı, ona sarılmalı ve sevdiğimi söylemeliyim diye düşündüm. Annemle bir sorun yok bildiğiniz ana-oğul ilişkisi yani. Fakat baba “Koskoca Hacı Hasan Veli” Ciddi, otoriter, eleştirel bildiğiniz baba işte. Gencim, ergenliğin o tartışmalı yılları henüz geride kalmış. Hala benle ilgili kafasında yaşanan olumsuzluklarla, asiliklerimle ilgili duyguları taze…

Ama bir şekilde bütün zorlukları aşıp kendime ve babama rağmen onunla duygularımı paylaşmam gerekiyordu. Mayıs ayı, hafta sonu Alanya’ya gittim ailemi görmeye. Akşamında babama;

-“Baba senle özel bir konu konuşmak istiyorum” dedim

Televizyonda haberleri izlerken bana döndü;

– “Ne o hayırdır, bir kız meselesi mi var?” dedi. Hayır deyince “paran mı bitti?” diye yeniledi sorusunu.

Beni biraz dinlemeni istiyorum dedim ve heyecanımı yenerek başladım babama anlatmaya;

– “Baba, ilkokuldan sonra Gazipaşa da yatılı okudum, sonra lise Alanya da ardından Üniversite, her zaman bana destek oldun.Ne zaman paraya ihtiyacım olsa beni parasız bırakmadın. Bizler için çok şeyler yaptın fakat ben düşünüyorum da keşke bana arada sarılıp canım oğlum da deseydin. Sanırım tüm yaptıklarından daha fazla anlam ifade ederdi bana” dedim ve baltayı taşa vurdum.

Babam, bir anda kızardı, sinirlendi ve başladı benim ne kadar nankör bir evlat olduğumu, benim için yaptıklarını bana anlatmaya…

“Kendisi yememiş, bize yedirmiş, içmemiş içirmiş….bilirsiniz işte.Çocukluğundan itibaren kendi çektiği imkansızlıkları ve sıkıntıları bir bir saymaya başladı…Eşine zor raslanır zor bir hayat gerçekten.
Dedem, babam henüz 3,5 yaşındayken ölmüş, babaannem ise 5 yaşındayken ölmüş. 5 yaşında anasız ve babasız kalmışlar amcamla beraber 2 kardeş. Sonra amcası almış yanlarına o da 1 yıl sonra ölmüş..Annelerinin babası (dedesi) almış yanlarına ama tam bir zorba, hem sabahtan akşama çalıştırır hemde her gün dövermiş…Kıtlık yılları, babam 1930 doğumlu, bahsettiğim yıllar 2. dünya savaşı öncesi ve zamanları, meşhur kıtlık yılları.Var olan tarlalarının büyük bir kısmı elden çıkmış,oysa ki dedeleri ağa bir adam bir sürü kahyası olan bir kişi…Uzatmayayım tırnakları ile kazıyarak oluşturduğu onurlu bir hayat, yer satmadan yer ve yuva yapan,7 çocuk büyüten, ilk eşinin ölümü geride kalan ve 4 yetiminin sorumluluğu 2. evlilik, mutlu bir yuva..ayrılık gayrılık olmadan aileyi bir arada tutabilmiş bir baba…
Baktım babam kopmuş gidiyor, anlattıkça fenalaşıyor. Yerimden kalktım, Omuzlarından tuttum ve;
“-Baba, tüm bu anlattıklarını biliyorum ve seni sonsuz takdir ediyorum, benim sana söylemek istediğim şu. SENİ ÇOOOOKK SEVİYORUM. BUNDAN SONRA SANA SIKICA SARILMAK İSTİYORUM. SENİN VARLIĞIN YETER, BUNDAN BÖYLE SANA DAHA YAKIN OLMAK İSTİYORUM” dedim ve ona sarılıp öptüm.

 

Babam önce afalladı, şaşırdı, ne diyeceğini, nasıl davranacağını pek kestiremedi,bir iki yutkundu ve gözlerinden yaş damlacıkları süzüldü. Biliyordum ki ona anne-babası doya doya sarılamamıştı, sarılmaya ömürleri vefa etmemişti. Hiç kimse onun için bir şeyler yapmamış, geceleri üstünü örtmemiş, ona hediye almamıştı..Tüm bunları hatırladı…Bunları konuştuk ardından……………

Canım Babam, iyi ki varsın, iyi ki sağ ve sağlıklısın…Seni çooookkk Seviyorum.Ve bunu o da biliyor.

İkinci olay;
1999 yazı Temmuz ayı, Alanya ya gittim yaz tatilim için. Yakup abim, tanıdığı bir bayanın “kardeşin Psikolojik danışmanmış, lütfen gelince beni bir görüştür” diye iki aydır kendisine ısrarlı talebinden bahsetti. Bilirsiniz danışmanlığın öyle tatili, seyehati, kahvesi, misafirliği yoktur. Yakaladığın yerde fırsatı değerlendir. Herneyse; biraz sızlanıp tamam günü ve yeri sen ayarla dedim. Ertesi akşam bir sahil restoranının sakin bir kenarında içecekleri yudumlarken görüşmemize başladık.

Bayan,30- 35 yaşlarında, kendi işi olan, üniversite mezunu bir kişi. Anlattıklarını özetleyeyim; bayanın annesi ölünce 3 kardeş olarak babalarının yalnız kalmaması için, yada babalarının isteği,babaları yeniden evlenmiş. İkinci eşinden 2 çocuk sahibi olmuş.Fakat bu 3 kardeş büyükler olarak evden taşınmışlar kendi yuvalarını kurmuşlar. Babası ile araları zaman zaman limoni imiş ve bir ay öncesi babası onları yemeğe davet etmiş, yemekte karşılıklı atışmışlar, tartışıp kavga etmişler. “Babama sinirlendim ve bende onu kırıcı sözler sarf ettim, çarpıp kapıyı çıkıp gittim” dedi. Bu olaydan üç hafta sonra babası ani ölüm-kalp krizi ile vefat etmiş. Yemekten sonra bu arada hiç konuşmamışlar tabi… Bir haftadır ağlamaktan kendini alıkoyamama, vicdan sızısı, ve suçluluk…

Bayanın ifadesine göre sorun babasının ölümü ile ilgili olarak onu kaybetme acısı, ölümü kabullenememe değil:
“- Babamla kavgalı ayrıldık, oysa ben onu çoooookk seviyordum, ben onu kırmak da istememiştim, oysa ben bunları babama söyleyemeden onu kaybettim, o benim, onu ne kadar sevdiğimi bilmiyordu!! keşke bunu ona söyleyebilseydim….” Hıçkırıklar…

………………..

Uzun lafın kısası sevdiklerinize, duygularınızı açmak için geç kalmayın, Siz sevginizi, yüreğinizi açın, bırakın onlar ne tepki verirlerse versinler…Önemli olan sizin içinizde kalmasın… Onlar zaten biliyor!! öylemi varsın bilsinler bir daha söyleseniz ne çıkar? Öyle telefonla, mesajla falan değil… Oturun, alın kalem kağıdınızı uzuuuuuun uzun onun size ne anlam ifade ettiğini, sizler için yaptıklarının farkına vararak ve bunu onlara hissettirecek şekilde yazın….Altına da kooocaman ekleyin ” SENİ SEVİYORUM” diye.( Fakat bunu yaptığınız bir hatanın özrü gibi veya para istemek için ortam yumşatması gibi değil, herşeyden bağımsız samimi yapınız :-) )))

Lütfen alacağınız tepkileri buraya yorum olarak yazarsanız çok mutlu olurum.

Sevgiyle kalın…
3 Mart 2010

Doç.Dr. Mustafa USLU
Psikolojik Danışman


önceki web sayfasından aktarılan yorumlar

5 Responses

  1. I really like your blog and i really appreciate the excellent quality content you are posting here for free for your online readers. thanks peace klara.

  2. Deniz

    Merhaba ,
    Yazıyı okuyunca gözlerim doldu.Ama şuna inanmak istiyorum.”Söylemesek de sevdiğimizi eminim onlar bize hiç gücenmemiştir.Ebeveynlerin iç dünyaları her zaman affetmeye hazır bir uçurum gibidir”.

  3. Mustafa USLU

    İnşallah…

  4. elifnur

    hocam ben bi öğrencinizim.. 2 haftadır dersime giriyosunuz ve ben sizi çok merak ettim oturup bütün yazılarınızı okudum..gerçekten çok haklısınız hocam.. sevdiğimizi mutlaka sölememiz gerek.. ben bunu hep yaparım.. aileme arkadaşlarıma dostlarıma hep sölerim onları ne kadar sevdiğimi.. ama bazen aldığım tepkiler farklı olabiliyo.. genel tepki şu;evet elif ben de seni seviyorum ama bunu sürekli tekrarlamaya ne gerek var? sonuç hayal kırıklığı ve biraz burukluk oluyo tabi.. ya da başka bi durum şu oluyo.. neden söylüyosun bunu? tamam anladım seviyosun diye bi tepki alıyorum.. belki diyorum sen bana bunu sölemediğin için onun eksikliğinden söylüyorum diyorum bu kez genel cevap bilirsin ben duygularımı açığa vuramam oluyo… yine sonuç değişmiyo;hüsran ;) belki de bu tam bi çözüm değil ne dersiniz hocam ?

  5. Mustafa USLU

    Sanırım senin durumun benim anlattığımın biraz dışında, ben daha çok hiç söyleyememiş olanları dikkate alarak yazmıştım Elifnur. Ama söyleyebilmek bence her zaman güzel, kendini engelleme bence…

  6. nevalronai

    kıpırtıları hayatın bize anlamlarıdır.kimi renklidir,kimi soğuk beyaz kimi içimdekileri ben yapar kimi de karşıya sunulmuş bir ben’i sen yapar…ama kıpırtı demenin başka anlamlarını keşfettim ve ben soğuk beyaz’ım…

  7. nevalronai

    hocam yazılarınız o kadar akıcı ki tekrar okudum yine ve yine…Babanızın hikayesi beni çok duygulandırdı:(

  8. nry

    bir süre birlikte yaşadığım insanla aramızda uçurumlar vardı….bundan adam olmaz dedim ama sevgisine güvenip aileminde ısrarı ile aradaki uçurumları daraltmak için her istediğini yapmaya çalıştım olmadı,yapmadım yine olmadı terazide dengelemeye çalıştım benim için öğrenilmiş çaresizlik oldu…
    azimliyim adam olacak olmalı çıktım bi yola dönüşü yok… acaba sevgi eksikliğimi dedim ve denedim ona gösterdiğim sevgiden daha fazlasını verdim daha fazla sevmeye çalıştım ama sonuç darpla noktalındı.kedini gerçekleştiren kehanetimdi bundan adam olmazdı.
    bazı durumlarda sevgiyi anlatmak istesende karşındakiler cümleni farklı bitiriyor…

  9. Üzüldüm Nuriye, zorla da adam oldurulamaz !!!

  10. bengisu-beria

    İnanın beklemediğimiz bir anda söyleriz, içimizde fi tarihinden bu yana farkında olmadan artırarak beklettiğimiz, adına sevmek dediğimiz o mükemmel duyguyu…

    Gün gelmiştir söylenmiştir… bence söylemek zor değildir, aslında zor olan söyledikten sonrasıdır, sevmenin devamını getirebilmektir, doya doya ama hakkıyla… çünkü bilirsin her şey bir insanı sevmekle başlayacak ve yine bilirsin ki sevmek bir yaşama sebebidir..

    ben en çok, sevdiğim insana sarılarak belli ederim sevgimi sanırım.. çünkü sözcüklerle anlatamıyorum mu ne??.. geçen bir kız öğrencim sınıfın kapısına geldi ve bana sarıldı.. kucaklaşmamız öyle içten ve sıcaktık ki… işte sevgimizi ancak bu kadar güzel anlatabilirdik birbirimize..

  11. GlrErn

    ilk olarak bir yazı olarak okumaya başladığım fakat satır aralarında kaybolduğum ilk olay’ın bitmesi ve gözyaşımın aktığını farketmemle son bulan bir yazı!!!Ellerinize sağlık demiyorum hocam yüreğinize sağlık….

  12. Bana Allah yardımcın olsun demek düşüyor bu aşamada sanırım Nuriye…)))

  13. Very true indeed. We must live everyday as if it’s our last and love like there’s no tomorrow for we never know what lies ahead. That’s why I always tell my mom and brothers ‘I Love You’.

  14. I love what Deborah said! “…Love like there is no tomorrow.” That is such a great thing to remember! Thanks for this wonderful blog! I always enjoy reading it along with the fun comments!!

  15. I love the photo that you begin this post with. It really sets the tone for the entire thing! Those flowers are beautiful! Do you know what they are called? Did you take the picture?

  16. Thank you, we call “gelincik” in english “poppy” ..my favorit flower :-) i didnt take the pictures but those are what i liked..i like to take pic also…

  17. we dont loose something when we say our love to some one…but we gain lots. while its not late, better to say that i love youuuuu….

  18. thaks alot,, nice to hear that somebody reading my words from outside of Turkey :-) ))

  19. Thank you amazing blog, do you have twitter, facebook or something similar where i can follow your blog

    Sandro Heckler

  20. Thank You, heromuslu@gmail.com twiter and facebook ))

  21. Ben çok sık Türkiye’yi ziyaret nedeniyle Türkçe öğrenirken başladı. Tüm anlamadı ama blogunuza iyidir.

  22. Thanks ) teşekkürler

  23. Hemşerim, saygıdeğer meslektaşım,
    Veli amcayla münasebetini hatırlatıcı o anını okuyunca birden abidin ağa aklıma geldi. İki gün önce de aradım ağayı bir taraftan “işin altında mı kaldınız a baba” dedim diğer taraftan duygulandığımı ve boğazımın düğümlendiğini farkettim. Konuşmamı tamamladım ama kendi kendime “erken yaşta yatılı okumanın ne manası vardı” diye de hayıflandım. Bitirilmemiş işler hep rahatsızlık verir der psikoloji kuramları. Bu bağlamda bizim yapacak daha çok işimiz var diye düşünüyorum. Hiç olmadı bu vesile ile buradan seni sevdiğimi vurgulamak istiyorum. Allaha emanetsin kardeşim:))

 

Herşeyin Anahtarı: Kendini Bilmek

İnsan oğlunun bilinmeyenin peşine düşme macerası yaradılışından buyana, yasak elmadan beridir en uzaktan en yakına, kendine, özüne doğru süregelmiş ve en son bu yüzyılda bilim dalı olarak (piskoloji) ortaya çıkabilmiştir.
Rasathaneler kurulmuş yüzyıllar öncesi, gökbilimine, yıldızlara merak salmışlar nihayetine uzaya erişmişler; uzak kıtaları, okyanuslar ardını merak edip azgın dalgaları aşıp keşifle yapmışlar canları pahasına… yüce dağların ardını merak edip gurbete çıkmışlar köklerinden koparcasına, türküler yakmışlar dağlara, turnalara ve gurbete…
Karşı köyü, karşı komşuyu, karşısındaki kişiyi eşini merak edip onları anlamaya çalışmışlar yıllarca.
En nihayetinde kendini anlamanın önemini geç de olsa son yüzyılda anlamışlar ve psikoloji bilimine merak salmışlar. Çok hızlı bir gelişme ile 40 ın üzerinde alt disiplin de araştımışlar bilim olarak psikolojiyi.
“Kim kendini bilirse Rabbini bilir” hadisinde herşeyi bilmenin özünde kişinin kendini bilmesi çok açık ifade edilmiş. Psikolojinin bilimsel tarifinde “insan davranışlarını inceleyen bilim dalı” ibaresi geçerken bundan 800 yıl önce Yunus Emre:

“ilim ilim bilmektir,
ilim kendin bilmektir.
sen kendin bilmezsen,
ya nice okumaktır.”

diyerek gerçek tanımı yapmıştır. Herşeyin özü kendini bilmekte saklı.

İlacın sende ama bilmiyorsun sen,
Derdin kendinden ama görmüyorsun sen,
Harfleriyle gizlinin apaçık olduğu,
Kitabı mübinsin sen.
Küçücük bir cisim sanıyorsun kendini,
Oysa sende dürülü en büyük olan.
Kendinden başkasına ihtiyacın yok senin,
Bir düşünsen nefs üstünde ama düşünemezsin sen. Hz.Ali
(Ali bin Ebi Talip aktarmış)

Psikolojik danışma teorilerinde “Akılcı Duygusal Davranışçı Teori” de Albert Ellis, İnsanların yaşadığı sıkıntı ve problemlerin kaynağında yine bireyin kendisi olduğunu, mantıksız inanç ve çarpıtmalarla bilişlerinin bozulması sonucu tüm olumsuzlukların çözümlenmeden yaşamda sürdüğünü söyler. Çoğu zaman aynı çevrede aynı şartlar altında yaşayan insanların algılamalarının farklılığından dolayı bazıları mutlu olurken, diğerlerinin mutsuz olduğunu çok sıklıkla görürüz. Üniversite birinci sınıfa gelen öğrencilerin bir kısmı içinde bulunduğu çevreyi yadırgayıp mutsuz olurlarken, aynı yerden gelen oda arkadaşı içinde bulunduğu çevreden çok mutlu olabilmektedir. Burada sorunun çevrede mi, yoksa bireyin algılayışında mı? sorusu sorulması gerekir. Benzer davranışlardaki eşlerin durumları kimilerini mutlu ederken kimilerini mutsuz etmekte, benzer sosyal ve ekonomik şartlara sahip bireylerin kimileri durumlarından mutlu olurken kimileri mutsuz olmakta, sınavından 95 alan bir öğrenci 100 alamadığına üzülürken 60 alıp geçen öğrenci mutlu olabilmektedir. Örnekler çoğaltıldığında da görülecektir ki sorun bireyin bilişinde, algılayışındadır.

Acaba mutluluğun sırrı kendi bilişimizde mi? Acaba kendi bilişimize bir ayar gerekiyor mu? İnsan çoğu zaman eşini, işini, patronunu vb değiştiremez ama kendini değiştirebilir.

Mevlana derki; “insan zihni sazlık gibidir, orman gibidir. Orada aslan da var, yaban eşeğide. Sen yaban eşeğinin peşine takılma.”(mevlana 1/2909)

Her şey den önce kendimizi tanımaya çalışmakla başlamalıyız yola, önce kendimiz sonra diğerleri… NASIL? ilerki yazılarda biraz bununla ilgili yazmak istiyorum.. bu bir giriş olsun

Dr. Mustafa Uslu