Gökyüzünün gri bulutlarla kaplandığı bir bahar akşamı eski bir evin pencere aralığından yağmurun camda bıraktığı izleri izliyorum. Her damla, zihnimde tuttuğum bir anı gibi. İbn Sina’nın asırlar öncesinden fısıldadığı o bilgelik kulaklarımda çınlıyor: “Kuruntu süreklidir, güven ise aralıklıdır. Sabır ise şifanın ilk adımıdır.”
Düşünüyorum da, ne çok zaman harcamışım gerçekleşmeyen korkularımın peşinde. Zihnimde inşa ettiğim kağıttan şatoların her biri birer vesvesenin kalesiydi. Her kuruntu, gerçek olmayan bir hastalığın belirtilerini büyütmüştü içimde. Belki de İbn Sina haklıydı; kendi huzursuzluğumun tohumlarını ben kendim ekmiştim.
Penceremin uzağındaki yaşlı çınar ağacı, asırlardır aynı yerde duruyor. Ne fırtınalar görmüş, ne mevsimler geçirmiş. Onun sırrı belki de bunlara karşı duyduğu güvende saklı. Sarsılmaz bir itminanla bulunduğu yere kök salmış, güvenin ne demek olduğunu anlatıyor bana. Dallarını göğe açışı, tevekkülün etkileyici bir resmi adeta. İçimde yeşeren güven duygusu, tüm bunların bir yansıması olabilir miydi gerçekten?
İbn-i Haldun’un sözleri zihnimde yankılanıyor: “İnsanın beyni değirmen taşına benzer. İçine bir şeyler atmazsanız, kendi kendini öğütür.” Evet, bu değirmen taşları durmaksızın dönüyor. Boş kaldığında kuruntuyu öğütüyor; umut, bilgelik ve güzelliklerle beslendiğimde ise şifa veren bir iksire dönüşüyor.
Yağmurun şiddeti artıyor. Damlalar camda birleşip küçük nehirler oluşturuyor. Sabır… İbn Sina’nın tarif ettiği şifanın ilk adımı. Her damlası, sabrın bir parçası. Hiçbiri tek başına toprağı doyuramaz, ama bir araya geldiklerinde en kurak toprakta bile çiçekler açabilir.
Zihnimdeki değirmen taşlarına bugün ne koyacağım? Kuruntu mu, güven mi? Evhamın acı tohumlarını mı, yoksa tevekkülle büyüyen umudun tatlı meyvelerini mi öğüteceğim?
Eskilerden bir hatıra canlanıyor gözümde. Anneannem, her gece yastığının yanına bir tutam lavanta koyardı. “Bu, güzel rüyalar görmemi sağlar,” derdi. Belki de o da biliyordu zihnin nasıl beslendiğini. Belki de o küçük lavanta kokusu, onun değirmen taşlarının öğüttüğü güvenin bir simgesiydi.
Pencereden dışarı bakıyorum; yağmur dinmiş. Güneş, bulutların arasından sıyrılarak dünyayı selamlıyor. Alanya her zaman güzel ama baharda bir başka güzel. Yağmur sonrası cam gibi pırıl pırıl. Hele toprağın kokusu… İçimde bir ferahlık hissediyorum. Kuruntularımın yerine güveni, evhamlarımın yerine sabrı koymanın zamanı gelmiş olmalı. Değirmen taşlarımı boş bırakırsam beni öğüteceğini artık biliyorum.
Bu akşam, yastığımın yanına annemin sandığındaki gibi bir lavanta kesesi koyacağım. Zihnimin öğütücüleri arasında neler öğüteceğimi bilinçli olarak seçeceğim. Kuruntunun bir hastalık, güvenin ise onun şifası olduğunu kendime hatırlatacağım her gece.
İbn Sina ve İbn-i Haldun, asırlar öncesinden günümüze uzanan bilgelik köprüleri kurmuşlar. Sözlerindeki hakikat, zamanın tozlu raflarında unutulmayı bekleyen birer mücevher değil, her yeniden keşfedilmeyi bekleyen yaşam pınarları. Ben de bu pınardan kana kana içerek, zihnimin değirmenine berrak sular akıtacağım.
Çünkü biliyorum ki, kuruntuyla beslenen zihin hastalıklı düşünceler üretir; güven, umut ve sabırla beslenen zihin ise hayatın en karanlık anında bile yıldızların parladığı sırrını fısıldar kulağıma.