Ambarını Dolduran İnsan: Tadamadan Giden Ömrün Sessiz Çığlığı
İnsan, omuzlarında taşıdığı gökyüzünü unutup, ayaklarının altında biriktirdiği dünyaya odaklanır çoğu zaman. Küçücük bir karınca gibi, sabırla ve inatla taşır yaşamın yüklerini. Bir arı gibi çalışıp durur, bal yapmak uğruna çiçekten çiçeğe konar. Oysa ne karınca sel geldiğinde ambarını kurtarabilir, ne arı insanların elinden peteklerini. İnsan da biriktirdiklerini bırakıp gider en sonunda, hiç gitmeyecekmiş gibi yaşadığı dünyadan.
Penceremin önünde küçük bir karınca kolonisi var. Her sabah güneşle uyanıp, akşam karanlığına kadar çalışıyorlar. Onları izlerken düşünüyorum; hayatını yarına hazırlanmakla geçiren biz insanlar da, aslında bu küçük canlılardan çok da farklı değiliz. Çalışıyoruz, biriktiriyoruz, erteliyoruz. “Yarın” diyoruz, “emekli olunca” diyoruz, “çocuklar büyüyünce” diyoruz…
Oysa bilmiyoruz ki, biriktirdiğimiz her anı, yaşamadığımız her duyguyu, içimize hapsettiğimiz her sevgiyi, söylemediğimiz her sözü, alınmayan her nefesi, zamanın ambarlarında bırakıp gideceğiz. Bütün zamanı yarına saklayan insanlar, bugünü yaşamayı unuturlar. Tıpkı karıncanın kışa hazırlanırken yazın tadını çıkaramaması, arının peteğini doldururken balın lezzetini tadamaması gibi.
Dedem bahçesinde çalışırken söylerdi bana: “İnsan iki eliyle kazanır, tek ağzıyla yer. Kazandığını harcayamaz, biriktirdiğini göremez.” Yıllar sonra anladım ki, sadece paradan bahsetmiyordu dedem. Yaşamın kendisini anlatıyordu. Biriktirdiğimiz anılar, ertelediğimiz hayaller, görmediğimiz güzellikler ve söyleyemediğimiz sözlerdi asıl servetimiz.
Gecenin sessizliğinde, yıldızlara bakarak düşünüyorum: Bizler neden hep ambarları doldurmak için çalışıyoruz? Neden hep yarına saklıyoruz en güzel şeyleri? Belki de hayatın en büyük ironisi bu; gelecek için biriktirenler, bugünü unuturlar. Bugünü yaşamak isteyenler ise, yarının endişesiyle dolup taşarlar.
İnsan, karınca ve arı arasındaki fark şu olmalı: Biz bilinçli olarak seçebiliriz. Sadece biriktirmek için değil, yaşamak için de var olabiliriz. Her anın tadını çıkarmayı, her duyguyu hissetmeyi, her sevgiyi paylaşmayı seçebiliriz.
Belki de zenginlik, dolu bir ambar değil, dolu bir kalptir. Belki hazine, biriktirdiklerimiz değil, paylaştıklarımızdır. Ve belki yaşam, yarına hazırlanmak değil, bugünü doyasıya yaşamaktır.
Gün batımında, bahçemde oturmuş, karıncaları izliyorum. Ambarlarını doldururken, aynı zamanda birbirleriyle iletişim kuruyorlar, yardımlaşıyorlar, paylaşıyorlar. Belki de onlardan öğreneceğimiz şey budur; sadece biriktirmek değil, aynı zamanda paylaşmayı da bilmek.
Çünkü hayat, tüm biriktirdiklerimizi bırakıp gideceğimiz gerçeğiyle yüzleşmektir. Ve belki de en değerli ambar, paylaştıklarımızla, sevdiklerimizle, yaşadıklarımızla doldurduğumuzdur. Böyle bir hazineyi ne sel alır gider, ne de ölüm silip süpürür. Çünkü yaşanmış bir anın izleri, sadece bizde değil, dokunduğumuz her kalpte sonsuza dek yaşamaya devam eder.